Livia, *Avignon Beşlisi*nin ikinci kitabıdır. Beşlinin ilk kitabı olan *Monsieur ya da Karanlıklar Prensi*nin sonunda, yazar Aubrey Blanford, eski dostu *Tu* takma adıyla anılan Constance’ı akşam yemeğine beklemektedir. Livia’nın başında ise, güçsüz ve yaşlı Blanford, Tu’nun ölümüne üzülmekte ve *Monsieur*nün kahramanlarından olan bir başka yazarın, Sutcliff’in kişiliğini irdelemektedir. Bu iki romancıdan hangisi ötekinin yaratıcısıdır? Bu aynalar ve yansımalar oyununda, geçmişin karanlıklarından, sevilen kadınlar, ihanetler, yitik hayaller belirmeye başlar ve okur, Platon’un ünlü mağarasının eşiğinde bulur kendini. Blanford, Livia’nın kızkardeşi Constance’ı sevmiş, fakat Livia ile evlenmiştir. Ancak arada bir engel vardır: Livia’nın lez
Tükendi
Gelince Haber VerÖzgürlüğün fazlası insanın başını döndürür – birdenbire karşınızda hiçliği görüverirsiniz. Hiçlik – kendi portreniz!
İkinci Dünya Savaşı’nın şafağı. Avrupa, faşizmin ayak sesleriyle sarsılmakta. Serinin ilk kitabı Monsieur’nün sonlarında tanıştığımız Blanford, Oxford’daki arkadaşlarının harap haldeki şatosunu miras alan Hilary’nin yanına, Avignon’a gider. Orada iyi, zeki bir psikanalist olan Constance ve onun çekici, Nazi sempatizanı kız kardeşi Livia’yla tanışır ve ona vurulur.
Durrell’ın “bir kayanın yüzeyindeki tırmanıcılar gibi birbirine bağlı, fakat hepsi birbirinden bağımsız...” diye tanımladığı Avignon Beşlisi’nin ikinci kitabı Livia, ilk kitapta başlayan özlem ve pişmanlığı, hafızanın değişken yanılsamalarını takip ediyor.
“Durrell’ın fikirleri bazen görkemli gemiler gibi yüzer, bazen ürkmüş kuşlar gibi kanat çırpar ama okuru asla sıkmaz.”
The Washington Post
#ingilizmodernleri #tarihiroman #macera #aşk #ölüm #gizem