ALAMUT KALESİ
Hanlar hanı Hülagu, bir dağ kaplanı kadar keskin bakışlarını gözlerime dikip, bir süre öylece kaldıktan sonra şöyle dedi. “Alamut bir sonraki dolunayda düşecek. Kaledeki ilmi eserlerin dışındaki kitapları yaktır. Yaktır ki, insanlar onları okuyarak yollarını şaşırmasınlar.” Sonuç dediği gibi oldu. Dolunaylı bir gecenin sabahında kale düştü.
Peki ben görevimi tam olarak yapabildim mi? Buna evet diyemem.
Çünkü yakmam gereken kitaplardan birini yakmamıştım. Dağ şeyhi Hasan Sabbah’ın günlükleri çantamdaydı! Aradan yıllar geçti. Herkesin her şeyi unuttuğu bir zaman
Tükendi
Gelince Haber VerALAMUT KALESİ
Hanlar hanı Hülagu, bir dağ kaplanı kadar keskin bakışlarını gözlerime dikip, bir süre öylece kaldıktan sonra şöyle dedi. “Alamut bir sonraki dolunayda düşecek. Kaledeki ilmi eserlerin dışındaki kitapları yaktır. Yaktır ki, insanlar onları okuyarak yollarını şaşırmasınlar.” Sonuç dediği gibi oldu. Dolunaylı bir gecenin sabahında kale düştü.
Peki ben görevimi tam olarak yapabildim mi? Buna evet diyemem.
Çünkü yakmam gereken kitaplardan birini yakmamıştım. Dağ şeyhi Hasan Sabbah’ın günlükleri çantamdaydı! Aradan yıllar geçti. Herkesin her şeyi unuttuğu bir zaman dilimine girmiştik. Alamut Kalesi de, onun gizemli şeyhi de çoktan unutulmuştu.
…ve ben günlükleri yayınladım.
-Cüveyni-
Gerek Hasan Sabbah’ın günlüklerinden, gerekse Cüveyni’nin anlattıklarından yola çıkılarak yazılan bu roman, Hasan Sabbah’ın, Alamut Kalesi’nin ve fedailerin hikâyesidir…
ALP ER TUNGA
Tarih, M.Ö. yedinci yüzyıl…
Dönemin iki büyük gücü Medler ve Çinliler, Orta Asya’da egemenlik mücadelesi veriyorlardı. Bu süreçte Turan ili dağıtılmış; obalar, boylar ve budunlar tutsak edilmişti.
Egemen güçlerin tüm baskı ve şiddetine rağmen, Turan boylarından Sakalar, esarete boyun eğmeyerek Tanrı Dağları’na çekilip, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi başlattılar.
Fakat Sakaların başkaldırısını kimse ciddiye almıyordu. Turan ilinin yeniden kurulacağı umudu tamamen yok olmuşken, saygın bir kâhin; koyun yılının on yedinci günü, başbuğun bir oğlu olacağını ve bu çocuğun yirmi üç yaşına gelince Turan ilini yeniden kuracağı müjdesini verdi. Bu müjde insanlardaki kurtuluş beklentisini canlandırdı. Günler günleri, aylar ayları kovalarken sonunda beklenen kahraman doğdu. Soylayıp boylayıp Alp Er Tunga adını verdiler. Beklenen gün gelince de babası görevini ona devretti.
Alp Er Tunga, yalnızca kılıcından kan damlayan, attığını vuran, tuttuğunu koparan bir yiğit değildi. Aynı zamanda ileri görüşlü bir yöneticiydi. Askerlik mesleğinin ve savaş sanatının inceliklerini de çok iyi bilirdi.
Babasından görevi devralınca, işe Çin’den başladı. Doğu Türkistan’ı kurtardıktan sonra Medlerin üzerine yürüdü.
İran’ın efsanevi valisi Zaloğlu Rüstem’i kendisine bağlayıp, İran topraklarına girdi. Peş peşe kazandığı zaferlerden sonra Batı Türkistan’ı kurtardı.
Artık kehanet gerçekleşmiş, Turan ili yeniden kurulmuştu.
ATATÜRK’ÜN KURDURDUĞU TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ ve KURTULUŞ SAVAŞI’NDA SOL HAREKETLER
İşçi hareketlerinin Osmanlı’da algılanış şekli çok farklı olmuştu. Komünizmi, memleketin tek kurtuluş reçetesi olarak görenler, onu herkese sevdirmek zorunda idiler. Milliyetçiye de, dindara da, köylüye de, işçiye de. Kapitalist Avrupa karşısında yalnız olan Rusya için Osmanlı, -sadece ortak düşmandan dolayı olsa bile- iyi bir strateji ortağıydı. Yine kapitalist Avrupa’yla bütün imkânsızlıklara rağmen mücadele eden Türkler için de Rusya, tutunulacak tek dal durumundaydı. Milli Mücadele yıllarında Osmanlı-Rus yakınlaşmasını zarurî kılan haller vardı.
Bu eser, Osmanlı’da işçi sınıfının doğuşunu, ilk komünist şahsiyetleri ve komünist hareketleri, Atatürk’ün kurdurduğu Türkiye Komünist Partisi’ni, komünizmin Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasındaki etkilerini ortaya koyuyor.
BABÜR ŞAH
Hindistan Fatihi
Emir Timur’un kurduğu devlet, Çin Denizi’nden Akdeniz’e kadar uzanıyordu. Bu görkemli imparatorluk, Timur’un ölümünden sonra oğulları ve torunları arasında parçalandı. Emir’in ülkesi kısa süre içinde yangın yerine dönmüştü. Timur’un torunu Babür, dedesinin ülkesinde dağılmayı önleyip, birlik ve beraberliği sağlamaya çalışıyordu. Bu süreçte amansız düşmanı Şeybani Mehmet ile yaptığı savaşı kaybetmiş ama yeniden devlet kurma ümidini kaybetmemişti.
Ordusu dağıtılmış, yanında sadece güvendiği beş kişi kalmıştı. Ona, “Amacın nedir?” diye sorduklarında; “Hindistan’ı fethetmek,” diyordu. “Bunu beş kişiyle mi yapacaksın?” diyenlere; “Hayır, davasına inanmış beş kişiyle,” diye cevap veriyordu.
***
Tarih, bu aşamada çok ilginç gelişmelere tanık oldu. Eğitilmiş boğa yılanları, bir görünüp bir kaybolan hayalet köyün insanları, ıslık çalan mağaralar, İç Asya’da o güne kadar bilinmeyen topun ve tüfeğin kullanılması, İran Şah’ı İsmail ile Babür’ün dostlukları ve davasına inanmış beş kişinin Babür Devleti’ni kurması…
BARBAROS’UN GÜNLÜĞÜ
Barbaros denince kimileri gerçekleşmiş bir efsaneyi, kimileri efsaneleşmiş bir gerçeği algılar. Kimileri de korsan sıfatını yakıştırır ona. Oysa o, kalıtımsal bir kahramanlığın vazgeçilmez yazgısında, kendisini ve yoldaşlarını derya abdalları olarak tanımlar. Onun hayatı, bir bakıma deryada abdallığa adanmış bir ömrün hikâyesidir.
On altıncı yüzyıla onun gözünden bakarsak görmediklerimizi bile görürüz. Görürüz de bazen utanırız insanlığımızdan. Bazen de gerçek insanları tanıyıp gururlanırız.
Gördüklerimizden bazıları:
- Kuzey Afrika’da on binlerce insana inançlarından dolayı uygulanan soykırım ve derya abdallarının onların imdadına yetişmesi,
- Ölümün gölgesinde yardım bekleyen Endülüs,
- Katolik kilisesinin Müslümanlar aleyhindeki inanılmaz entrikaları,
- Batının en ünlü denizcilerinden Kaptan Grando’nun
Barbaros’a teslim olması,
- Osmanlı’nın coğrafya keşiflerini ıskalaması,
- Osmanlı saray entrikaları ve Barbaros’a suikast,
- Suikastta Hürrem Sultan’ın parmağı,
- Piri Reis’in suikastla ilgili Barbaros’a anlattıkları,
- Barbaros’un bire bir çıkan rüyaları,
- Preveze Deniz Zaferi’nin şifreleri ve kodları,
- Osmanlı dünya gücünün sırları, sınırları ve daha nice ayrıntılar.
BAYBARS
Kölelikten Sultanlığa
On üçüncü yüzyılın ikinci yarısında İslam dünyası, siyasal birliğini kaybetmiş, birbirlerine düşman emirliklere bölünmüştü.
Haçlılar doğudan gelen istilacı Moğol ordularının da desteğini alarak İslam dünyasına dehşet saçıyor, girdikleri yerde taş üstünde taş bırakmıyorlardı. Bağdat ve Şam’da yediden yetmişe herkesi kılıçtan geçirmişlerdi.
“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” derler.
Bu korku ve cinnet ortamı, sonunda efsanevi bir kahraman yarattı.
Sivas’ta satılan bir köle, Moğolları on sekiz, Haçlıları ise yirmi kez yenerek beklenmedik bir anda tüm İslam dünyasının umut kaynağı oldu.
BİLGE KAĞAN
Benzersiz bir Türk çağı...
Devleti yönetme görevinde iki kardeş...
...ve onlara ögelik eden bir kutlu bilge...
Üçü bir araya gelince, elbette ulu bir devlet oluşur.
Elbette bu ulu devlet, dünyaya hükmeder!
Engeller vardı, aşıldı.
Düşmanlar, bir bir kırıldı.
Özlenen birlik kuruldu.
Birbiri ardına unutulmaz savaşlar verildi.
Unutulmaz zaferler kazanıldı.
Yaşananlar unutulmamalıydı.
Türk’ün adı yazılı anıtlar dikildi.
Türk’ü, Türkçe anlatan anıtlar...
Üç kutlu bengütaş, tarihi anlatan, yaşayan, reddedilemez kanıt!
Bugün bile dimdik ayakta!
Bu kutlu çağın yöneteni Türk Bilge Kağan...
Her adımı, her sözü, her davranışıyla
“Türk” olduğunu seslendi dünyaya.
“Gök’te doğduğunu” müjdeledi.
Ululadı, haykırdı, buyurdu!
Türk’ün adını duyurdu.
CAMOKA
XIII. yüzyılın başlarında, bozkırın efendileri tek tanrılı ve tek kağanlı bir dünya düzeni kurmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele içindeydiler.
Tarihe “Devlerin Savaşı” olarak geçen bu mücadelelerin en zorlusu da Cacıratlı Camoka ile kan kardeşi Kıyatlı Temuçin arasındaki savaşlardı.
Camoka, tüm gücüyle savaşıyordu. Amacına ulaşmak için Olcay Ata’nın güç simgesi sihirli kalkanını ele geçirmeye karar verip Maymun yılının üçüncü ayında doğuya uzun bir yolculuğa çıktı.
Herkes kalkanın doğunun en doğusundaki Odora Mabedi’nde olduğunu ve mabedin fedailerince korunduğunu biliyordu. Ayrıca mabede gitmenin imkânsız olduğunu da bildiklerinden kalkanı ele geçirmeyi kimse aklına bile getirmiyordu.
Fakat Camoka kalkanla ilgili olumsuz söylentileri ciddiye almadan yoluna devam etti. Her şeyin iyi olduğunu düşündüğü bir anda, kontrol edemediği gelişmeler yolculuğunu kâbusa çevirdi.
Dev yılanlar, gizemli goriller, büyücüler, sihirbazlar, yadacılar, hekimler, simyacılar, hırsızlar ve katillerle ölümüne bir mücadelenin ortasında buldu kendini. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Uğrubaşı Kandor ve mabedin yeminli fedaileri de peşine düşünce, kötü olan her şey daha da kötüleşti.
EL TURCO
II. Viyana Kuşatmasının Bilinmeyen Yönleri
Bu kitapta size tarihin sakladığı sırlardan birini açıklamak istiyorum. Kuzey İtalya’da Moena isimli bir köy vardır. Kimsenin Türkçe bilmediği bu köyde yapacağınız bir gezi hayatınızın gezisi olacaktır. Çevrenizde; Türk Evi, Türk Sokağı ve Türk Kahvesi gibi levhaları görüp şaşıracaksınız.
Geziye devam edecek olursanız, mermer bir kaide üzerine yerleştirilmiş, sakallı ve sarıklı bir Yeniçeri büstü selamlayacaktır sizi. İşin ilginç yanı, büstün kaidesi üzerinde bulunan ay yıldızlı Türk bayrağı ve belirgin bir şekilde yazılmış “Türk” sözcüğü bulunmasıdır. Eğer köye ağustos ayında giderseniz, halkın Türk milli giysilerini giyip, ellerinde Türk bayrağı olduğu halde sokağa döküldüklerini görürsünüz.
Köylülerden herhangi birine büstü göstererek “Bu kimdir?” diye sorduğunuzda “O bizim atamız, biz de Türk’üz” diyeceklerdir.
Peki kimdir bu Türk? İkinci Viyana Kuşatması’nda Moenalılar tarafından yaralı olarak bulunup kurtarılan Osmanlı istihbarat subayı Balaban Ağa bu köye yerleşmiş ve halkı haraca kesen derebeylerine karşı başarılı bir köylü ayaklanmasını örgütlemiştir.
Bu belgesel romanda Balaban Ağa’nın sıra dışı öyküsüyle birlikte İkinci Viyana Kuşatması’nın bilinmeyen yönlerini de okuyacaksınız.
Aşkın Miracı
HALLAC-I MANSUR
İlmi ve irfani geleneğin uzak sınırlarında yaşayan insanoğlu, varlık planını arayıp durdu. Tanrı’nın yarattığı ilk varlığı merak edip, kainatın bilgisine takıldı yıllarca. Derken, her şeyi tam olarak bildiğini zannettiği bir anda zamansızlık ve mekânsızlık kesti yolunu. İşte Hallac-ı Mansur efsanesi böyle bir ortamda doğup büyüdü.
Meraklı bir genç olan Hallac-ı Mansur’un öğrenmek istediği o kadar çok şey vardı ki, isimlerini saymak bile insanın başını döndürmeye yetiyor. İşte onlardan bazıları:
• Yıllardır mabetlerde titizlikle korunan ilahi sır neydi?
• Deha ve deliliğin ayrıldığı çizgi sıratı mustakim miydi?
• Ruhun kendi farkındalığını fark etmesi, kişiyi hiçliğe mi götürür yoksa yeni bir varlık planına mı?
• Aklın akılsızlığı kavraması mümkün mü?
Hallaç, bu duyguların peşinde, bilinen dünyanın neredeyse yarısına yakınını dolaştı. Kimileri onun “Enel Hak” dediği için öldürüldüğünü söyleseler de, bu doğru değildir. Benzer sözler dönemin sufileri arasında yaygındı. Onun gerçek ölüm nedenini siyasi ve ekonomik tercihlerinde aramak gerekir. O, siyasi iktidarın, Abbasilerde değil, Ehlibeyt’e bağlı imamlarda olması gerektiğine inanan görüşlere yakın hissediyordu kendini. Döneminde yaygın olan köleliği, karaborsacılığı ve tefeciliği eleştirir, özel mülkiyete karşı ortak mülkiyeti savunurdu. Çağdaşları arasında onu bu yönüyle Ebuzer Gıfari’ye benzetenler çoktu. O, hayatı boyunca bilginin küçük bir azınlığın tekelinde olmasını savunanlara karşı mücadele verdi. Üzerinde güneşin batmadığı Abbasi devletinde, gücü kontrol eden güçlerle hesaplaşması kaçınılmazdı. Öyle de oldu sonunda. Mücadelesi onu yoklukta varlığın sınırına yaklaştırırken, darağacına da yaklaştırdı aslında.
Bozkırın Gazabı
HÜLÂGÜ HAN
Cengiz Han, gökte tek Tanrı olduğunu düşünüyordu. İstiyordu ki yerde de tek hükümdar olsun. Kurmayı düşündüğü “Dünya Devleti” bu düşünceden doğmuştu. Bunun için de zamana ve güce ihtiyacı vardı. Zamana hakim olma düşüncesi, onu “Abuhayat” denilen yaşam iksirinin peşine düşürdü. Dünyanın sayılı bilim adamlarını sarayında topladı ve ünlü bilim adamı Çang-Sun’a sordu:
“İstiyorum ki dünyada benden güçlü kimse olmasın. Bu mümkün mü?”
Çang-Sun biraz düşündükten sonra, “Dünyanın ünlü bilim adamları emrindedir. Onlara söyle, sana çağın en gelişmiş silahlarını yapsınlar. Ayrıca gizemli güçleri olan sihirli Yada Taşı’nı da buldur,” dedi.
Han, silahları yaptırdı, Yada Taşını da buldurdu. Fakat abuhayatı bir türlü bulamadı.
Onun düşüncelerini oğulları ve torunları hayata geçirmeye çalıştılar. Torunu Hülâgü Han, Meraga’da dünyanın en gelişmiş uzay bilim merkezini kurdurdu. Bu arada dedesinin başlattığı fetihlere devam ederek, efsanevi Alamut Kalesi’ni yerle bir edip, beş yüz yıllık Abbasi devletine son verdi.
Onun zamanında Moğol Devleti’nin toprakları Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar uzanıyordu. Dünyadan biat almaya ramak kalmıştı. Fakat insan ne oldum değil ne olacağım demeliymiş. Mağrur kumandan, Ayncalutta Memlüklere, Terekte de Altın Ordu devletine yenilince, dünya devleti düşüncesi de düşünce olarak kaldı yalnızca. Han, uğradığı hayal kırıklığını bir türlü yenemedi. Ölmeden önce son sözleri, “Sonun da sonuna geldik, sonunda” oldu.
HZ. ALİ
...Adamın sözü biter bitmez Ali birliklerine hücum emri verdi. Okçular, kalkanların himayesinde atışlarına başlarken, aniden beklenmedik bir şey oldu. Kale kapısı açıldı ve en az beş yüz kişi üzerlerine hücum etti. Yaklaşık elli kişi Ali’nin üzerine, geri kalanı da diğer tarafa saldırdılar. Müslümanlar böyle bir karşı saldırı beklemiyorlardı. Üzerlerine yağmur gibi ok yağıyordu. Kale önünde kıran kırana savaş devam ederken Ali sağ elinde kılıcı olduğu halde sol eliyle mızrağı başının etrafında daire şeklinde döndürerek düşman çemberini kırıp kaleye doğru koşmaya başladı. Herkes şaşırmıştı, ne yapmak istediğine kimse bir anlam verememişti. Hemen kale kapıları kapandı. Kaledekiler, bu hareketleriyle dışarıdaki arkadaşlarını bile bile ölümün kollarına atmışlardı. Ali ise kale kapısına doğru koşmaya devam ediyordu. Düşmanla aralarında beş-altı adım vardı.
O hızla hendeği atlayıp karşıya geçti. Kapının demir halkalarını tutarak, “Ya Allah” deyip herkesin şaşkın bakışları altında koca kapıyı yerinden söktü ve değirmen taşı gibi başının etrafında döndürerek çevresini saran düşman savaşçılarını dağıttı.
Daha sonra elindeki kapıyı hendeğin üzerine fırlattı. Artık kapı açılmış, köprü kurulmuştu.
Bu kitapta, tarihte eşine az rastlanır yiğitlerden biri olan Hz. Ali’nin hayat hikâyesini, savaşlarını, İslam’a olan hizmetlerini, en acımasız savaşçıların bile korkudan karşısında nasıl titrediğini ve ne kadar şefkatli bir baba olduğunu okuyacaksınız…
KERBELA ATEŞİ
• Resulullah’ın torunu Hz. Hüseyin, Kûfe’ye gitmek üzere Mekke’den ayrılırken başına gelecekleri bildiği halde neden gitmekte ısrar etti?
• Çuval dolusu mektuplarla kendisini davet eden Kûfeliler, neden sözlerinde durmadı?
• Şair Ferezdak, Kûfe yolunda Hz. Hüseyin’e neler söyledi?
• Hz. Hüseyin’in amcasının oğlu Akîl, mektubunda neler yazmıştı?
• Kerbela canilerinin ibretlik sonlarından, yeterince ibret alındı mı?
• Hz. Hüseyin’in yapmak istediklerini Ebu Müslim Horasani yapabildi mi?
• Emevilere göz açtırmayan tahta kılıçlı süvariler kimlerdi?
• Talas Savaşı’nı Ebu Müslim’in komutanları mı yönetti?
• Tüfeği icat eden Ebu Müslim’in yaveri yeşil giysili bilge aslında Hızır (A.S.) mıydı?
KÜLTİGİN
Gücün her şey, her şeyin de güç sayıldığı bir zaman diliminde, Orta Asya’da eşsiz bir kahraman doğdu.
Aşinaoğlu Kültigin diyorlardı ona.
Ok yağmurları, kılıç şakırtıları ve at kişnemeleri arasında büyüdü. İnsanlığın güce taptığı bu dönemde o; Tanrı, vicdan, mertlik ve sevgi gibi güç ötesi değerlere inanıyordu.
Basiretin, bilgeliğin ve cesaretin güçlendirdiği yenilgi tanımaz bir karakter, askerlik mesleğinde ve savaş sanatında farkındalık yaratan bir kahramandı.
En umutsuz anlarda bile umudu görebilecek kadar aydın, uçan bir mızrağı havada yakalayacak kadar sıra dışı idi.
Okuyacağınız bu kitapta, Şaolin Tapınağı’nın Hayalet Savaşçıları’na karşı Ötüken Talimgâhı’nın akıllara durgunluk verecek savaş taktiklerini, ibretlik kardeş kavgalarını, Türk ilinin yükseliş ve çöküşlerini, Tanrı Dağları’nı Turfan’a bağlayan esrarengiz yer altı kanallarını ve daha nice ayrıntıyı bulacaksınız.
KÜRŞAD
İç ve dış düşmanların hile ve entrikaları ile ayrışarak dağılan bir devlet, kültürel varlığı yok edilmek istenen bir toplum, halkını kölelikten kurtarmak isteyen bir kahraman...
Cesur, güzel ve ihtiraslı prenses Şila’nın beklentileri, Büyücü Alangoya’nın sihrine karşı Şaman bilgeliği, ölümden ölümsüzlüğe geçişin bedeli, sadakatin ve ihanetin, kahramanlığın ve cesaretin sınandığı bir yaşam...
Aşk, sevgi ve ötesi ve çok sesli bir ölüm...
FAHRETTİN PAŞA ve MEDİNE SAVUNMASI
“Ey insanlar! Malumunuz olsun ki, bütün kahraman askerlerim, bütün İslam’ın sırtını dayadığı yer, manevi gücün desteği olan Medine’yi, son fişengine, son damla kanına, son nefesine kadar korumaya ve kollamaya me’murdur. Bu asker, Medine’nin enkazı ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil türbesi altında, kan ve ateşten dokunmuş kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır.
Ey Osmanlı ordusunun yiğit subayları! Ey her cenkte cihanı tir tir titretmiş yiğit Mehmetçiklerim! Gelin hep beraber Allah’ın ve işte huzurunda huşu ve aşk içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamber’in karşısında, aynı yemini tekrar edelim... Ve diyelim ki; ‘Ya Resulallah, biz seni bırakmayız!’”
İstanbul hükümetinin Medine’yi teslim edin emrine rağmen yedi ay daha savunmayı sürdürdük. Ama sonunda asker açlıktan çekirge yemeye başladı, Fahreddin Paşa kendi komutanları tarafından İngilizlere teslim edildi. Medine Savunması’nın en hazin tablosu o gün yaşanırken; Paşa kendini uğurlayan askerlerine tek tek sarıldı “Hakkınızı helal edin, siz görevinizi yaptınız” dedi. Rasûlullah’ın türbesindeki gümüş parmaklıklara yüzünü yasladı: “Ya Rasûlullah! Seni korumak için buraya geldim ama beni de korumak sana düştü.”
ZAMANLA RANDEVU
Düşünün ki Boğaz Köprüsü’nden arabanızla geçerken, arka koltukta birinin oturduğunu fark ediyorsunuz.
“Sen de kimsin?” diye sorduğunuzda, Mimar Sinan olduğunu söylüyor.
Ne yaparsınız?
Zamanda yolculuk yapma fırsatını elde eden dört seyyah, kendilerini İstanbul’un fethinde bulurlar ve kuşatmanın günü gününe ilerleyişini Sultan Mehmet’in ağzından dinlerler. Fethin başarılı olmasını sağlayan ama bilinmeyen o kadar çok ayrıntı vardır ki, kahramanlarımız duyduklarına inanmakta zorlanırlar.
Mimar Sinan ile tanışma imkânı yakalayan seyyahlar, Süleymaniye, Selimiye ve Şehzadebaşı camilerinin sakladığı sırları, şifreleri ve kodları öğrenir; bu büyük mimarın kendisi hakkında da şimdiye kadar gün yüzüne çıkmamış, hiçbir kaynakta yer almayan bilgiler edinirler.
Bu kadarla da kalmaz, Mimar Sinan’ı günümüz İstanbul’una getirirler. Koca Sinan, ilk şaşkınlıktan sonra, “Şayet bu devirde yaşasaydım…” diye başlar ve neler yapacağını anlatır.
Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan hakkında birçok bilinmeyen sizleri bekliyor.
Öğrenmeye hazır mısınız?
OĞUZ KAĞAN
Ben Çingiz evladından Ürgençli Muhammet Han’ın oğlu Ebulgazi Han’ım. Otuz dokuz yaşıma bastığımda takvimler bin elli biri gösteriyordu. Yılan yılında Harezm ülkesinde babamın tahtına oturmuş, devlet işleri ile meşguldüm.
O yıllarda Türkmenler Mankışlak’ta, Ebulhan ve Tecer Suyu’nun öte yakasında oturuyorlardı. Yıllar önceydi. Hiç istemememe rağmen onlarla çok kanlı savaşlar yaptık. Her iki taraftan da suçlu-suçsuz binlerce insan öldü. Sonunda hepsi bize tabi oldular. İyilerini nöker, kötülerini hizmetli kıldım. Derken aradan uzun yıllar geçti. Türkmen uluları, benim tarihi iyi bildiğimi duyup huzuruma geldiler. Dediler ki, “Bizde Oğuzname çoktur, ama hepsi hatalıdır. Biri diğerini tutmaz. Hanımızdan ricamız odur ki, bize güvenebileceğimiz bir tarih yazdırsın.”
Ben onların ricasını kabul ederken aklımda Peygamberimiz’in, “Bir kişi, bir Müslüman kişinin gönlünü hoş ederse, onun sevabı tüm insanların ve cinlerin Tanrı’ya kulluk etmelerinin sevabından çoktur” hadisini hatırladım. Demek ki nice bin kişi, benim bu yazdıklarımla bilmediklerini bilip memnun olacaklar. Tanrı’dan, bunun sevabının, işlediğimiz günahların ve döktüğümüz kanların kefaretine sayılmasını diliyorum.
Ebulgazi Bahadır Han
SARI GELİN
XII. yüzyılın sonlarına doğru, Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkaslar`da egemenlik mücadelesi veren bir kavim vardı: Kumanlar. Bu sarışın Türklerin bir kısmı Gregoryenlik mezhebini kabul ederek çocuklarına Ermenice, bir kısmı da Ortodoks mezhebini kabul ederek Gürcüce isimler koyuyorlardı. Etnik kimliklerini korumayı başaran Kumanların bir kısmı da İslam`ı seçtiler.
Soygun, yıkım ve talan düşüncesinin cesaretlendirdiği Haçlı Seferleri onları da etkiledi ve Kumanlar da din-mezhep kavgasına düştüler. Bu, bir bakıma iki farklı dine inanan tek milletin savaşıydı.
Bunlar yaşanırken Bağdat erenlerinin piri Şeyh Senan, kırk kişilik derviş grubuyla Kur`an hükümlerini anlatmak için Kafkaslar`a doğru yola çıkmıştı.
Dervişin yolu da çilesi de bitmez derler.
Sonunda Bana Kalesi`ne ulaştılar. Şeyh Senan, tebliğ düşüncesiyle gittiği kalede Bana Beyi`nin güzel kızı Kuman Hatun`a vuruldu. Zamanla kara sevdaya dönüşen bu sınavda Şeyh Senan imkânsızı mümkün kılmak için Bekaa Vadisi`ne kadar uzanan bir başka tehlikeli yolculuğa koyuldu.
Kuman Hatun, İslam`ı seçip Kuman Gelin oldu.
Tek arzuları birlikte kaçıp İslam diyarına gitmek olan iki sevgiliyi Allahuekber Dağları`nda büyük bir tehlike bekliyordu.
TARİHİMİZİN İLGİNÇ VE ŞAŞIRTAN OLAYLARI
UKRAYNALI CARİYENİN ÖNLENEMEYEN YÜKSELİŞİ - FATİH’İN VASİYETİ - KURTULUŞ SAVAŞI’NDA BİR PAPAZ - SADRAZAMA BİT KONTROLÜ - OSMANLI’DA CADI AVI - PADİŞAHIN HUZURUNDA MATEMATİK SINAVI - OSMANLI PADİŞAHI’NIN PRUSYA KRALI’NDAN MÜNECCİM İSTEMESİ - RUS ELÇİSİ’NE BÜYÜ YAPILMASI - OSMANLI ELÇİSİ’NİN GAFLETİ - ANKARA’NIN BAŞKENT OLACAĞINI YÜZ YIL ÖNCESİNDEN BİLEN MÜŞTAK BABA - OSMANLI’DA ESNAF ÖRGÜTLERİ VE SIRA DIŞI BİR MESLEK - SIRA DIŞI BİR EVLİLİK - ESKİ İSTANBUL’DA AŞK VE FLÖRT GELENEKLERİ - AŞÇI YAMAKLIĞINDAN SADRAZAMLIĞA - EY AY DEDE, DURAĞIN NEREDE? - İSTİKLAL MARŞIMIZ NASIL YAZILDI? - SOKAKTAN VALİDE SULTANLIĞA - LALELİ DELİ DEDE - HALİÇ CANAVARI - İLK TÜRK FUTBOLCULAR - SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA - III. SELİM’İN İLGİNÇ FERMANLARI - TEKDİR İLE USLANMAYANIN HAKKI KÖTEKTİR! - ABDÜLAZİZ III. NAPOLYON’UN KUZENİ Mİ? - ABDÜLAZİZ VE KRALİÇE ÖJENİ - GALLER PRENSESİ’NDEN ŞEHZADE MURAT EFENDİ’YE EVLENME TEKLİFİ - ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR! - SİYASİ VE SOSYAL GELİŞMELERİN DOĞA OLAYLARIYLA İRTİBATLANDIRILMASI - SULTAN İBRAHİM DELİ MİYDİ? - KURTULUŞ SAVAŞI’NDA CASUSLUK YAPAN HANIM SULTANLAR - ATATÜRK’E HEDİYE EDİLEN HALININ GİZEMLİ ŞİFRELERİ - BEYAZIT MEYDANI’NA İNEN UÇAK - TÜRKLERDE HAYVAN SEVGİSİ - GÜVENLİK İÇİN İSTANBULLULARIN BİRBİRİNE KEFİL OLUŞU - OSMANLI DÖNEMİNDEKİ İNŞAAT SAHTEKÂRLIKLARI - MUMYANIN LANETİ - DON JUAN, CERVANTES, SOKULLU MEHMET PAŞA - ÖMRÜNÜN BİR KISMINI SATAN BESTEKÂR - METE’NİN ÇİN KRALİÇESİ’NE YAZDIĞI AŞK MEKTUBU - AŞKI UĞRUNA TAHTINI TERK EDEN BİR KRAL - SIRA DIŞI BİR İNTİKAM - ÖLÜ DÜĞÜNLERİ - SULTANLARIN AŞKI - ATATÜRK FİLM ÇEVİRİYOR - FATİH VE ÇILGIN DİLENCİ - SÜNNET OLAN RUS ÇARI - KARISINDAN SENETLE BORÇ PARA ALAN OSMANLI SULTANI - ÇANAKKALE’DE KAYIP 267 KİŞİ - TÜRK UÇAK ENDÜSTRİSİNİN MAKÛS TALİHİ - SOBA İMALATHANESİNE DÖNÜŞTÜRÜLEN TÜRK SAVAŞ ENDÜSTRİSİ - DEVRİM OTOMOBİLİ - DÜRÜSTLÜĞÜNÜN KURBANI OLAN SADRAZAM - BİR İHTİLALİN ANATOMİSİ - HUMBARACI AHMET PAŞA VE KAZANOVA - HUKUKTAKİ İLGİNÇ CEZALAR - TACİZCİ VEZİR - EL TURCO - BİR BAŞKA AÇIDAN KAHVE VE KAHVEHANELER - BİR ZAMANLAR İSTANBUL - HUKUK VE OSMAN GAZİ - RUS ELÇİSİNİN İADESİ - İLGİNÇ BİR RASTLANTI - YILDIRIM BEYAZIT’IN İNANILMAZ CESARETİ - CEM SULTAN’IN ACI SONU - MUHTEŞEM SÜLEYMAN ve BEBEK KRAL - ŞAMPİYONUN SONU - OSMANLI’DA SU SORUNLARI VE MİMAR SİNAN İLE İLGİLİ BİR YOLSUZLUK İDDİASI - HALİFENİN KILICI VE SAKLADIĞI SIR - SEVGİLİSİ İÇİN SARAYINDA KİLİSE YAPTIRAN BİR OSMANLI PAŞASI - TÜRK TARİHİNDE ULUSAL EGEMENLİK VE CUMHURİYETİN ERKEN HABERCİLERİ - ÇERKEZ HASAN OLAYI - 100. YILI NEDENİYLE BALKAN SAVAŞLARI - FATİH ZEHİRLENDİ Mİ? - MİHRALİ BEY DOKSAN ÜÇ HARBİ’NİN UNUTULMAZ KAHRAMANI - KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’IN ŞEHZADELERİ