“Belki de gökyüzü mavi değil, kızıla çalan bir kahverengi. Belki de denizler sarının en canlı halinde, dalgalarının tepelerinde turuncu menevişler var. Belki de ay her akşam leylak rengi doğup batmadan önce koyu mor hale geliyor. Hakikat nedir ki? Nerede başlar, nerede biter? Belki de bir çay içiminde, bir martının sırtında uzaklaşan sevdalı bir yürektir hakikat.”
Bu öykülerde uzak kentler, uzak denizler, gelmeyen sevgilinin beklendiği hüzünlü tren istasyonları, hiç dinmeyen bir yağmurun kararttığı ufka bakıp gemilerinin yolunu gözleyen limanlar var. Tesadüflerin yarat
Tükendi
Gelince Haber Ver“Belki de gökyüzü mavi değil, kızıla çalan bir kahverengi. Belki de denizler sarının en canlı halinde, dalgalarının tepelerinde turuncu menevişler var. Belki de ay her akşam leylak rengi doğup batmadan önce koyu mor hale geliyor. Hakikat nedir ki? Nerede başlar, nerede biter? Belki de bir çay içiminde, bir martının sırtında uzaklaşan sevdalı bir yürektir hakikat.”
Bu öykülerde uzak kentler, uzak denizler, gelmeyen sevgilinin beklendiği hüzünlü tren istasyonları, hiç dinmeyen bir yağmurun kararttığı ufka bakıp gemilerinin yolunu gözleyen limanlar var. Tesadüflerin yarattığı bir anlık karşılaşmalara, bütün bir evreni, ezeli ve ebedi sığdıran aşklar var. İstanbul var, onun Emek Sineması, Hikmet Abisi, ölüp de dirilen şairleri var. Bütün öykülerin üstüne yağmur yağarken, dünyayı notalarla boyayan bir müzik ve küçük yağmur damlalarının vurduğu camın ardından dünya denilen temaşayı izleyen İNSAN var.